top of page

/Sinema

/kritik

CLOSING THE RING(2007)

Richard Attenborough, sinemanın neredeyse her dalında kendine yer bularak genişlettiği filmografisine son olarak, ikinci dünya savaşında diğer eşi olmayan bir yüzüğün kaybolmasıyla beraber, değişen hayatları ve değişmeyen duyguları anlatan “Closing The Ring(Kayıp Yüzük)”’i ekliyor.Shirley MacLaine’in oyunuyla, beklenildiği gibi harikalar yarattığı filmde Mischa Barton, Christopher Plummer gibi isimler de boy gösteriyor.

 

Üç arkadaş, üç aşık ve bir kadın, bir aşık  

    

Peter Woodward’ın yazdığı bu hikaye, İkinci dünya savaşı sırasında İrlanda’da hava kuvvetlerine katılan Teddy, Jack ve Chuck adında üç arkadaşın Ethel Ann’e duydukları aşkı ve bunlardan birinin karşılıklı olmasıyla beraber hayat buluyor aslında.Teddy ve Ann birbirlerini severken, araya giren savaş, Teddy’nin hayatını ve dolayısıyla ilişkilerini bitiriyor.Ancak bunun öncesinde Teddy’nin kendisine bir şey olması halinde Ann’e göz kulak olması için Chuck’a söz verdirmesi, ölümden sonra geride kalanların yaşadıklarından farklı şeyler yaşatıyor tüm karakterlere.Uzun yıllar geçtikten sonra, Chuck’ın ölümünün ardından tesadüfler ve kızları Marie’nin(Neve Campbell) merakı sayesinde ise olaylar gün yüzüne çıkıyor.

 

Verilen sözler

 

“Closing the Ring”, izleyicinin merakını sürekli zinde tutan temposunun arkasında sanki kendine hayatın içinden soyut bir öğe seçmiş ve bunu çok ince dokunuşlarla beraber işlemeye çalışıyor.Filmin başından sonuna kadar, sözle, fotoğrafla veya yüzükle verilen sözlerin gerçekliğinden, sonuçlarından ve kutsallığından bahsediliyor aslında.Yıllar geçtikçe vücutlar eskiyor belki ancak yıllar öncesinde Ann tarafından Teddy’e verilen söz, gerçekliğini kaybetmiyor veya yaşlanmıyor ve Ann, dediği gibi kalbinin Teddy yarısına yıllar yılı kimseyi dahil etmiyor.

 

Bu şekilde uzun vadeli ve içinde duygusal öğelerin de fazlaca bulunduğu söz verme veya karşılığını görme gibi duygu yüklü sahneleri çekmek, aslında oldukça zor bir iştir.Buna rağmen  Richard Attenborough hisli olma ve basit kalma arasında çok ince bir çizgi üzerinde olduğunu fark ediyor ve çok dikkatli müzik kullanımıyla beraber bu sahneleri fazlaca uzatmayarak, başarıyla bu sorunun üstesinden geliyor.Böylece sadece merak unsuruyla değil, bu sahnelerin etkisiyle de izleyenleri zinde tutmayı başarıyor.

 

Eksik karakter

 

Bir insanı tanımak, o insanın, bir olayla karşılaştığında veya bir durumun içinde kaldığında ne yapacağını veya nasıl davranacağını bilmektir diye düşünürüm hep.Filmlerde, özellikle bu tür, insanların psikolojisini göz ardı etmeyen filmlerde de  karakterleri tanımak isteriz hep, nasıl insanlar olduğunu tam olarak çözmek isteriz aslında.Ancak Attenborough, hikayenin ve ona aşık üç erkeğin temelinde bulunan Ethel Ann karakterini pek özenli anlatmıyor bize.Filmin karelerini tüketirken karşılaştığı durumların çoğunda Ann’in beklenmedik tepkilerine şahit oluyoruz.Ancak bu beklenmedik tavırlar, tanımadığımız birisinin verdiği tepkilerde olduğu gibi pek şaşkınlığa düşürmüyor bizi.Sadece anlam vermek güçleşiyor.             

 

 

Geniş zaman

 

1991 yılının Amerika’sından başlayan hikayede, sıkça savaş dönemi İrlanda’sına, yani Ann, Jack ve Chuck’ın gençliğine dönüş yapılıyor.Ancak bu geri dönüşler, o kadar yerinde, o kadar anlamlı ve başarılı yapılıyor ki, adeta geçmiş ve şimdiki zaman mükemmel bir geniş zamana dönüşüyor.Bu süre içinde, belki de en çok acı çeken ve bir bayrak yarışındaki son koşucu durumuna düşen Jack, yaratılan bu zaman çerçevesi içinde bulunan Ann’in ve kendisinin durumunu, yine bu geniş zamanla özetliyor aslında: “Herkes konuşmak istemeyebilir, ama herkes ağlamak ister.”

 

Önsel KÜLÜK / Sinema.com (2007)

 

 

bottom of page