top of page

/Sinema

/kritik

4ay 3hafta 2gün(2005)

“Bana bu hikayenin –kominist dönemde geçen- erkek arkadaşı tarafından henüz nişanlıyken terkedilmiş ve daha sonra kürtaj talebinde bulunan bir kişinin kuzeni hakkında olduğu söylendi. Ancak kız kürtaj yapacak kişiyi bulamamış (kürtaj talebinde bulunanlara yardım eden suçlunun ağır şekilde cezalandırılması filmde kilit bir rol oynamaktadır). Sonunda kız, taşradan bu işi yapabilecek birini bulmuş ve bu kişiye gitmiş. İkisi bodruma inmiş ve adam kıza şöyle demiş: “İşte, bu işi yapacağımız yer burası.Onun içi (elleriyle büyük konteynerin şeklini tasvir ederek) asit dolu; eğer her şey yolunda giderse sorun çıkmaz; ama ters bir şeyler olursa seni onun içine atarım ve bir daha oradan çıkamazsın.” Ve kız bunu kabul etmiş; böyle bir şeyi kabul etmiş”.

 

İşte “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün”, röportajında da söylediği üzere, yukarıdaki hikayenin Cristian Mungiu’ya ulaşmasıyla ortaya çıkıyor.Film ise, komünizmin son dönemlerindeki Romanya’da ünversite öğrencisi Gabita’nın(Laura Vasiliu) kürtajı ve öncesi-sonrasında yaşananlar ile oda arkadaşı Otilia’nın(Anamaria Marinca) bu konuda Gabita’ya yaptığı yardımlar üzerinde yoğunlaşıyor.Ancak Çavuşesku’nun Macar azınlıktan daimi bir şekilde nüfusunu daha fazla tutup, böylece nüfuzunu korumak(?) amacıyla koyduğu o dönemki yasaklarından birisi de kürtaj olunca, iki arkadaş için her şey daha zor bir hal alıyor.

 

Cristian Mungiu’ya göre filmin sevilmesinin önemli sebeplerinden birisi de, kimseyi yargılamaması.Ne kürtajın yanlış olduğunu söylemeye çalışıyor, ne de koyulan yasakların yanlış olduğunu anlatma çabasına girişiyor.Mungiu sadece hikayede seyirci olarak kendine bir yer edinip, kamerasını ayna niyetinde kullanarak olayı bize yansıtıyor.Ancak kendisindeki sinemasal gücü o kadar iyi kullanıyor ki, insan kendini Otilia’yla beraber koşturur vaziyette bulabiliyor bazen.Otilia duruyorsa kamera durur, eğer yürüyorsa kamera yürür vaziyette hep.Birkaç sahne harici filmin tamamında 35mm, Otilia’yı takip ediyor.Ayrıca yakın yüz çekimlerinden sakınması, az kesme kullanarak uzun soluklu sahne tercihleri, paralel kurguya başvurmaması sanki kamerayı bir birey kabul edip, olayları dışarıdan seyrediyormuş gibi bir hava katıyor.Böylece izleyenleri de, sahnelerde istediği konuma yerleştiriyor.

 

Mungiu’nun ve sanat yönetmeninin yakaladığı ve başarılı olduğu bir diğer nokta ise mekan ve eşya seçimleriyle verdiği buram buram kasvet kokusu.Bunlar üzerinden, repliklerle anlatmaya gerek duymadığı, Romanya’nın o dönemki sosyo-ekonomik yapısını bilinçaltımıza atıyor adeta. Kullanılan arabalar, masaların üzerine örtülen kalitesiz muşambalar, otellerin yanıp sönen lambaları, herkesin katı ve şüpheci tavırları bize dönemin Romanya’sını anlatıyor resmen.Ayrıca önemli noktalardan biri de, bu yasakların ve koşulların, insan ilişkileri üzerindeki etkilerinden bahsetmeyi de atlamaması olarak göze çarpıyor.

 

“4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün”’de karakter kodlamalarının da iyi olduğu göze çarpıyor.Gabita’nın zor durumda olmasıyla beraber korkak ve çekingen ancak Otilia’nın daha gözü kara ve kendi ayakları üzerinde durabilen bir kişilik yapısında olduğu gayet iyi gösteriliyor.

 

Filmde eğreti duran tek şey, Radu’nun annesinin evdeki doğum günü yemeği sahnesi.Otilia’nın ruh halini iyi sergilemek için, sahne uzun tutulmaya çalışılmış.Ancak filmin duruluğuna ters olarak, masada yapılan konuşmaların fazlalığı ve gereksizliği göze batıyor.Bunun harici, hikaye gayet yalın bir şekilde aktarılıyor.

 

 Pek rastlayamayacağımız biçimde, filmde müzik kullanımı sıfır.Mungiu, dediğine göre daha filme başlamadan müzik kullanmayacağına karar vermiş.İstediği psikolojiyi yaratmayı becerebildiyse zaten müzik kullanmasına gerek yok diyor insan. Bu haliyle ve festivalin tarzına uygunluğuyla Cannes’dan büyük bir ödülle dönme ihtimalini yüksek görüyorum.

.

Yazının başında söylediğim gibi, film,zamanında yaşanan bir olayın Cristian Mungiu’ya ulaşması sayesinde ortaya çıkmış.İnsan sormadan edemiyor kendine: Bir yığın yönetmen ve bir yığın hikaye arasında, doğru hikayenin doğru yönetmene rastlaması herkes için büyük bir şans değil mi?

 

Önsel KÜLÜK / 2008 Sinema.com

 

bottom of page