/Sinema
/dosya
Yol Filmleri (2007)
Çok sıradan olabilir belki (ki çoğunun yorumunun bu şekilde olması bu açıklamayı sıradan yapar) ama, bireylerin, dışa vurmasalar bile, gerçekten her zaman kaçmak istedikleri şeyler vardır. Yol filmleri, işte bu bastırılmışlık, sıkkınlıkla yoğrulmuş ruhları okşayarak, kendilerini bizim için değişilmez kılıyorlar.
"Yolculuk sadece birinin hayatında bir metafordur ve birinin hayatı sadece bir yolculuktur. Yolculuk filmleri en eski hikaye formlarından biridir.Homer'in Odyssey yolculuğu gibi tıpkı." Diyor Jim Jarmusch. Haklılığı su götürmez bir gerçek.
Herkes farklı bir metafor yükler filme kendinden. Bazen ”Sideways"de (2004) olduğu gibi kesişen yollardaki samimiyete hayran kalırsın, bazen de "Bebekler"deki (“Dolls”, 2002) gibi aşkın saflığına olan özlemin aklına gelir.
Eğer söz konusu bir yol filmiyse, bir giden olmalıdır muhakkak. Kimi zaman gitmek istersin, gidemezsin. Yolda başına gelenler ne olursa olsun, çaresiz gidene özenirsin.
"İki motorsikletli Amerika'yı aramak üzere yola çıktılar, fakat bulamadılar” şeklinde söylevi olan bir Dennis Hopper filmi, "Easy Rider" (1969), ‘yol filmi’ türünde olan filmlerin miladı denilebilecek yapımdır.
Dennis Hooper ve Peter Fonda’nın başrollerini paylaştığı filmde, düzenlenecek olan Mardi Gras partisine katılmak üzere Los Angeles'tan New Orleans'a doğru yola çıkmış iki hippinin hikayesi anlatılmaktadır.İki kafadar yolda karşılarına çıkan insanlar sayesinde, yaşadıkları ülkenin ne kadar uçlarda olduğunun farkına varırlar. Ayrıca Amerikan sinemasının altın çocuğu Dennis Hopper’ın bu ilk filminde müzikler hala çoğu kişinin hafızasından silinmeyecek niteliktedir.
Türün ustalarından: Wim Wenders
Her ortamda bazı film türlerinin bahsi açıldığında, ilk akla gelen yönetmenler vardır. Burada yol filmlerinin bahsini açmışken Wim Wenders isminden bahsetmemek olmaz. 1945 yılında Düsseldorf’ta doğan Alman sinemasının yüz aklarından biri olan yönetmen, "Summer in the City" (1970) adlı filmle ilk yönetmenlik deneyimini yaşadı.
Takımını yarı yolda bırakarak kimlik arayışı içerisine giren bir beyzbol oyuncusunu konu alan 1971 yapımı "The Goalie's Anxiety at the Penalty Kick" ( Golcünün Penaltı Atışı Korkusu ) adlı filmiyle beğeni topladı.1973 yılında çektiği “The Scarlet letter” ile adını Almanya dışında da duyurmaya başlayan Wenders, “Easy Rider” filminden etkilenerek yol filmleri yapmaya başladı.
"Alice Kentlerde" ("Alice in the Cities", 1974 ), "Hatalı Davranış" ("The Wrong Move", 1975) ve "Yolun Kralları" ("Kings of the Road", 1976 ) gibi filmlerde yabancılaşma ve geçmişle yüzleşme konularını ele alan Wenders sinemasının en önemli özelliği, filmlerindeki her kareden özen akıyor olmasıdır.
1977’de çok heyecan verici bir proje yönetmenin önündeydi. Dennis Hopper, Nicholas Ray ve Samuel Fuller gibi Amerikan sinemasının üç üstadının bir araya geldiği “The American Friend" filmini yöneten Wim Wenders, ulaşımın kolaylığıyla düzelmesi gerekirken, giderek karmaşıklaşan dünyanın kozmopolit hale gelmesiyle, insanların ailesine, dostların ve hatta kendisine yabancılaşmasına parmak bastı. Daha sonra 1980 yılında "Hammett" ve 1983 yılında "Paris, Texas" gibi Hollywood yapımı filmlere imza attı.
Artık Wim Wenders’ın kendine ait bir anlatım tarzı olduğunun herkes farkındaydı. Bunun sonucunda "Paris, Texas" ile Altın Palmiye ödülünü aldı. Bu başarıyı 1987 yılında "Arzunun Kanatları" ("Wings of Desire") ile ikinci kez tekrarladı.
1990'larla birlikte "Dünyanın Sonuna Kadar" ("Until the End of the World") ve "Faraway So Close" ile 'yol filmleri'ne dönüş yapan Wenders, 1995 yılında Michelangelo Antonioni ile birlikte "Bulutların Ardında" ("Beyond the Clouds") adlı filme imza attı.
1997 yılında "Şiddetin Sonu" (The End of Violence) ve yakın zamana kadar gösterimde olan "Sırlar Oteli" ("The Million Dollar Hotel", 2000) filmlerinin yönetmenliğini üstlendi.
Son On Yılın En İyi Beş 'Yol Fİlmi'
Straight'in Hikayesi (The Straight Story, 1999)
Fazla parası olmayan ve şeker hastalığı yüzünden güçten düşen bir adamın, on yıldır görmediği abisinin ölüm haberini almasıyla beraber bir çim makinesi üstünde yollara düşmesini, David Lynch farkıyla izleyebileceğimiz bir film. Yüzlerce mil yolculuk sırasında bize eşlik eden yüzlerce güzel çekim ile sıcak bir hikaye...
Sideways (2004)
Sideways, hep bir başarılı yazar olmayı hedefleyen ama evliliğinde olduğu gibi, bunda da başarısız olan bir adamın, evlenmek üzere olan dostuyla beraber çıktıkları şarap yolcuğunu anlatıyor. Alexander Payne imzalı filmde muhteşem görselliğin yanında, samimiyetin had safhasını görebilmek mümkün. Ayrıca Paul Giamatti’nin olağanüstü performansıyla, bastırılmış, kötü psikolojinin, dışavurumunu gözlemleme imkanı da var.
Bebekler (Dolls, 2002)
Özetlenmesi pek de mümkün olmayan üç farklı şiirsel aşk hikayesini, Takeshi Kitano’nun masalsı bir anlatımla perdeye aktardığı tam bir başyapıt. Harika resimler bulunan, çoğu zaman oyuncuların konuşup, büyüyü bozacağından korkabileceğiniz bir film.
Küçük Gün Işığım (Little Miss Sunshine, 2006)
Film özetle bir çocuk güzellik yarışmasını kazanmak için, küçük Olive ve ona eşlik eden aile ve akrabalarının bir minibüsteki yolculuğunu anlatıyor. Ancak Olive’e eşlik eden bireylerin değişik özelliklere sahip olması, yolculuğu traji komik bir hale getiriyor. Jonathan Dayton, Valerie Faris’in, yönetmenliğini ortaklaşa yaptığı film kesinlikle izlenmeye değer.
Temmuz'da (Im Juli, 2000)
Kendi dünyasında yaşayan bir fizik öğretmeninin (Daniel), bir kızla (Juli) tanıştıktan sonra, bakılan bir fal sonucu, bir Türk kızı olan Melek’in peşine düşmesiyle başlayan yolculuğu keyifli bir şekilde anlatıyor. Fatih Akın’ın yönetmenliğini üstlendiği filmde özellikle Moritz Bleibtreu’nun oyunculuğu dikkat çekiyor. Eğlenceli ve bazen şaşırtıcı olaylar eşliğinde, göze çarpan bir film.
Kısım Kısım Yol Filmleri
Yol filmleri, üzerinde uzun uzun durulabilecek, pek de kapatılası bir dosyası olmayan bir konu aslında. Olabildiğince temel hatlarını verdikten sonra, bu tür dendiğinde, adının es geçilmesi çok yanlış olacak filmler var tabi ki.
Efsanevi finaliyle zihnimize kazınan ve iki kadının hikayesini sıradışı şekilde ortaya koyan bir Ridley Scott filmi vardır örneğin. Tabi ki “Thelma ve Louise”den (1991) bahsediyorum. Erkek arkadaşından bıkan Louise (Susan Serendon), arkadaşı Thelma’yı (Geena Davis) ikna eder ve ikili arabayla bir haftasonu gezisine çıkar. Gelişen olaylar bu iki dostu, yaşamadıkları tecrübelerin içine atar.
İki kanun kaçağının, işledikleri sıradışı cinayetlerle ve cinayetler gibi sıradışı aşklarıyla beraber, yollarda geçen, yollarda geçtikçe halk tarafından efsaneleşen hikayesini anlatan “Katil Doğanlar" ("Natural Born Killers", 1994) yine bu türün en iyi örneklerinden biri. Oliver Stone’un objektifinden, eleştiren ve ders veren nitelikte bir film.
Yine son zamanlarda izleme fırsatı bulduğumuz, ve filme kademe atlattıran Felicity Huffman’ın olağanüstü performansıyla etkileyici bir eser. Bir transseksüelin ameliyatına birkaç gün kala, bir oğlunun olduğunu öğrenmesi ve doktor tavsiyesi (zorlama da denebilir) üzerine çıktığı garip yolculuğu anlatan bir film; "Transamerica" (2005).
Birbirinden son derece uzak ve farklı iki kuzenin bir araya gelmesiyle, birbirlerine artan nefretlerinin hikeyesi olarak bize sunulan “Stranger Than Paradise" (1984) yol filmlerinden bir diğer örnek. Sıradışı yönetmen Jim Jarmusch’un, özellikle insanlararası uzaklaşmayı konu aldığı filmde, John Lurie, Eszter Balint ve Richard Edson başrollerde.
Türk sinemasından ise Yılmaz Güney ve Şerif Gören yönetmeliğindeki; bayram iznine çıkan beş mahkumun hikayesini paralel anlatırken; Seyit Ali’nin (Tarık Akan) ve kendisine ihanet eden karısı Zine'nin (Şerif Sezer) dramına şahit olduğumuz "Yol" (1981) ve son dönemden bir abi kardeş yolculuğunu anlatan Ömer Vargı yönetmenliğindeki "Herşey Çok Güzel Olacak" (1999) yol filmleri için başarılı iki örnek olarak sayılabilir.
Örnekleri arttırmak mümkün. Ryne Byrne’ın “Á Colombia"sı, Ida Lupino’nun “The Hitch-hiker”ı, Wim Wenders’ın “Im Lauf der Zeit”ı ve daha yüzlercesi...
Şüphesiz yol filmleri çekilmeye devam edecek ve şüphesiz biz onları yine izleyecek ve çoğunu da seveceğiz. Kim bilir, belki de ileride, bu filmlerin neden bizde ayrı bir yeri olduğunun sebebini buluruz…
Önsel KÜLÜK / 2007 Sinema.com