/Sinema
/dosya
Sinema Tarihinin Büyük "Soygunları" (2008)
Soygun filmleri, besbelli sinema sektörünün bir dalı haline gelmiş bulunmakta.İnsanlar, bu filmlerdeki zeka oyunlarına hayranlık duyup, beyazperdenin karşısında, aşağı yukarı aynı şaşırma ünlemleriyle beraber filmleri izledikten sonra çoğunlukla, mutlu bir şekilde salondan ayrılıyorlar.
Bazen de bu harika planların arasına aşk veya intikam duyguları serpiştiriliyor. Kimilerinde ise, gerçekten yaraları olan insanların yaralarına, tuz basarcasına bir eleştiri paketi senaryoya iliştirilebiliyor. Diğer yandan hiç suya sabuna dokunmadan, sadece eğlence amacıyla seyircilerin beğenisine sunulan soygun filmleri de oluyor.
Birçok filmde soygun olayına rastlayabiliriz.Ancak ana teması soygun olan filmlerden bahsetmek ve örneklendirmek gerekir.
Soygun filmlerinin miladı olan ayrıca tartışmalı da olsa ilk Western filmi olduğu söylenen “The Great Train Robbery” Edwin S. Porter yönetmenliğinde 1903 yapımı olup tamamı sessizdir. Film, 12 dakika gibi, zamanına göre oldukça uzun bir süreye sahiptir. Sonunda oyunculardan birinin pek de alakalı denilemeyecek bir yerde kameraya dönüp altı el ateş etmesinden sonra, bu yöntem geliştirilip (yani alakalı yer olarak değiştirilip), pek çok Western filminde kullanılmıştır. 1904 yılında Siegmund Lubin tarafından tekrar çevrilmesiyle, ilk yeniden çekim filmi olmuştur.
Western filmlerinin ortak denilebilecek özelliği olan soygun teması, bir kült olan “İyi, Kötü, Çirkin (1966)”de de hakimdir. Ancak soygunlar tabi ki vahşi batıyla sınırlı kalmamıştır. Çağın özelliklerine göre, yöntemler de değişikliğe uğramıştır. Bazılarında hiç kaba kuvvete başvurulmamıştır bile. Yakın zamana gelecek olursak Spike Lee yönetmenliğinde, başrollerinde Clive Owen, Denzel Washington ve Judie Foster’ın olduğu “Inside Man (2006)” bunun en güzel örneklerinden biridir. Aşağı yukarı kimsenin burnu kanamamıştır ama Dalton Russel (Clive Owen) amacına, kurduğu planla rahatça ulaşmıştır.Spike Lee sinemasının vazgeçilmezi, eleştiri bu filmde de had safhada sayılabilir.
Kadrosundaki popüler oyuncularla dikkat çeken “Ocean’s Eleven (2001)” bir banka soygununu değil de, güvenlik önlemleri oldukça fazla olan bir kumarhanene soygununu konu alıyor. Araya bir aşk hikayesi ve dolayısıyla ufak çapta bir intikam da giriyor. George Clooney, Brad Pitt, Matt Damon gibi isimlerin başarılı oyunculuklarıyla dikkat çeken film Steven Soderbergh imzası taşıyor. Filmin oldukça ses getirmesiyle beraber, Hollywood kendisinden bekleneni yine yapıyor. Filmleri pilot dizi gibi piyasa süren Hollywood, zorlama olduğu her halinden belli olan “Ocean’s Twelve (2004)” ‘i beğenimize sunuyor.Birkaç popüler isim daha ekleniyor ve yine nabız yoklanıyor. Son olarak da, galası Cannes film fesivalinde yapılan “Ocean’s Thirteen (2007)” yine Steven Soderbergh yönetmenliğinde beyazperdeye geliyor. Willy Bank (Al Pacino), Reuben Tishkoff (Elliott Gould)’a bir oyun oynayınca, malum çetemiz bir daha toplanıyor.
Eğer sadece soygunun planlanmasındaki zeka parıltılarıyla yetinmek istemiyorsak, bir Michael Mann filmi olan “Heat (1995)” den bahsetmeden olmaz. Al Pacino ve Robert de Niro gibi iki muhteşem oyuncunun başrollerini paylaştığı filmde Robert de Niro bir soyguncuyu, Al Pacino ise işinde iyi olan bir polisi canlandırmaktadır. Aile hayatlarının düzgün olmaması konusunun ortak yön olarak verilmesi ayrıntısı filmin güzel yanlarından sadece biri. Ancak asıl nokta Michael Mann’ın çatışma sahnelerini yönetmekteki üstün performansı. Sürekli yakın ve takip çekimleri ders verir nitelikte ve herkesin aklına o filmle ilgili gelen ilk şeydir sanırım.
Yine bir soygun filmi olan ancak soygunun gerçekleştiği yerin sanal alem olması sebebiyle diğerlerinden ayrılan, Swordfish (2001) bir Dominic Sena filmi. Başrollerde John Travolta, Hugh Jackman ve Halle Berry olan film, hapisten yeni çıkan bir hacker (Hugh Jackman) aracılığıyla Gabriel Shear (John Travolta)’ın yüklü miktarda parayı hesabına geçirme çabasını anlatıyor. Bu sefer araya sıkıştırılan bir aşk veya intikam hikayesi değil, kızına duyduğu özlemdir. Kızına kavuşabilmesi için paraya ihtiyacı vardır.
2003 yılında F. Gary Gray yönetmenliğinde çevrilen “The Italian Job (İtalyan İşi)”, gerçekleşen bir soygundan sonra, arkadaşlarına ihanet edip, birinin ölmesine sebep olan bir adamdan intikam almak adına gerçekleşen bir soygunu anlatıyor. Başrollerde Mark Wahlberg ve Charlize Theron’un olduğu film aslında bir yeniden çevrim. Peter Collinson imzasını taşıyan ilk “The Italian Job” 1969 yapımı.
Bu türde farklılık yaratan yönetmenlerden biri de “Rezervoir Dogs (1992)” filmiyle Quentin Tarantino’dur heralde. Hem yazıp hem yönettiği filmde, farklı ve bol diyaloglar, yaratıcı fikirler, kendini oldukça fazla gösteriyor. Her zamanki şiddet sahneleri olması gerektiği yerlerde ön planda gözüküyor. Bir grubun mücevher deposunu soymalarıyla başlayan film, geriye dönüşlerle, soygunun planlanma aşamasını da gözler önüne seriyor.
“The Usual Suspects (1995)” ise yönetmeliğini Christopher McQuarrie’ın üstlendiği, enfes senaryosu ve kurgusuyla bu türün en iyilerinden. Kevin Spacey’e Oscar kazandıran filmde, ilginç bir soygun hikayesi anlatılıyor. Beklenmedik sonuyla seyircileri ters köşeye yatırıyor.
Örnekler çoğaltılmak istenirse, Wilson kardeşleri üne kavuşturan ve Wes Anderson yönetmenliğindeki film “Bottle Rocket (1996)”, arkadaşının cinsiyetini değiştirmesi için Sony Wortzik (Al Pacino)’in banka soygununa kalkışmasını anlatan “Dog Day Afternoon (1975)” bu türde ses getiren filmler arasında yer alıyor.
Türk sinemasında da soygun filmlerinin örneklerini görmek mümkün.Yönetmenliğini Memduh Ün’ün yaptığı 1958 yapımı “Üç Arkadaş”, bir fotoğrafçı, biri ayakkabı boyacısı, biri de niyetçi olan üç dostun, kör bir kızı yaşadığı sefillikten kurtarmak amacıyla yaptıkları soygunu konu alır. Filmde başrolleri Muhterem Nur, Fikret Hakan, Semih Sezerli, Salih Tozan, Faik Coşkun, Mualla Sürer paylaşıyor.
Yönetmenliğini Nuri O. Ergün’ün yaptığı, senaryosunu Bülent Oran’ın yazdığı 1973 çekimi “Büyük Soygun” da bu türe ait örneklerden biri. Başrollerde ise Fikret Hakan, Nazan Adalı ve Yıldırım Gencer bulunuyor.
Özellikle günümüzde, soyanların, çalanların, çırpanların ilginç bir şekilde toplumdan saygı gördüğü gerçek. Soygun filmlerine duyulan ilgi de gerçekten, soygunu planlayanların zekasına duyulan hayranlıktan veya içindeki çatışma sahnelerinin iyiliğinden mi kaynaklanıyor yoksa toplumun bilinçaltında oluşan saygı duyma dürtüsünden mi bilinmez. Ancak filmleri izlerken, toplumun içten içe soyulanın tarafını değil de, soygunu yapanın tarafını tuttuğu bilinen bir gerçek…
Önsel KÜLÜK / 2008 Sinema.com