top of page

/Sinema

/dosya

Mehmet Açar ile Elestirmenlik ve     Türk Sineması Üzerine

Önsel KÜLÜK / Sinema.com (2007)

 

Sizin Türkiye’nin en önde gelen sinema eleştirmenlerinden biri olduğunuz bir gerçek. Bu düzeye gelebilmenizi neye borçlusunuz. Aldığınız edebiyat eğitiminizin bunda ne gibi bir katkısı var? Mesleğinizin inceliklerini kısaca anlatabilir misiniz?

 

Öncelikle teşekkürler... Belirli bir süre reklam filmlerinde asistanlık yapmış olmam, kamerayı alıp film çekmem, montaj, seslendirme, miksaj, laboratuvar gibi aşamaları bilmem, yani işin pratiğinden gelmem çok işime yaradı. Bir de, lise ve üniversite yıllarında sinema kuramları ve sinema tarihi üzerine çok şey okudum. Edebiyat eğitiminin en büyük faydası, yine kuramsal alanda oldu. Özellikle yapısalcılık ve semiyoloji üzerine okuduklarımın zihnimi çok açtığını düşünüyorum... Bir filmi analiz etmek için cebinizde bir sürü anahtar olmalı. Felsefe, tarih, psikoloji, sosyoloji gibi alanlara belirli ölçülerde hakim olmanız gerekiyor. Sözgelimi, Kierkegaard’ı ve Hıristiyan mistisizmini bilmeden Lars Von Trier’i tam olarak anlamak kolay değil. Resim sanatı üzerine bir birikiminiz varsa Peter Greenaway’den daha çok zevk alırsınız. Kapitalizm ve Hıristiyanlık tarihini bilmeden Hollywood’u çözebilmek de kolay değil... Bu listeyi uzattıkça uzatabilirim.  Özetle cebinizde ne kadar çok anahtar varsa, bir filmi analiz etmeniz de o kadar kolaylaşır.

 

Türk sinemasının son yıllarda bir gelişim içerisinde olduğu su götürmez bir gerçek. Siz bu gelişmeyi neye bağlıyorsunuz?

 

Seyircilerin yerli filmleri tercih etmesi en önemli unsur... 2006 itibarıyla yerli filmlere satılan bilet sayısı yabancı filmleri geçti. Herkes buraya nasıl gelindiğini kendine göre analiz ediyor. Bu durumu yükselen milliyetçiliğe, hatta TV dizilerine bağlayanlar bile var. Herkes kendi penceresinden bakıyor meseleye -ki bence bu olumlu bir şey. Zaten gelişmenin tek bir unsura bağlanmasının mümkün olmadığını düşünüyorum. Ama sinema işletmeciliğindeki değişim süreci ve buna bağlı olarak genç kitleyi yerli filmlere çeken Amerikan tarzı pazarlamanın öneminin yeterince teslim edilmediğini söyleyebilirim. Mesela, Kurtlar Vadisi Irak, öncelikle bir büyük pazarlama başarısıdır. Tabii bir de, Babam ve Oğlum gibi başarısı kesinlikle pazarlamaya bağlanamayacak filmler de var. Bir yanda Kurtlar Vadisi Irak, bir yanda Babam ve Oğlum... Tek ortak noktaları, yerli olmaları. Demek ki, insanlar bu coğrafyanın hikayelerini görmek istiyor perdede... 

Öte yandan, böyle bir gelişimi reddedip, bunların hepsi fasa fiso anlamına gelen şeyler söyleyenleri ise bir türlü anlayamıyorum. 2007’de büyük bir düşüş olsa bile, sadece 2006’nın rakamları dahi önemli bir şeyler olduğunun göstergesi.

 

Türk sineması demişken, salt ticari amaçla çekilen, eskilerin güzelliğinin mirasına yatan bazı yeniden çevrimler gündemde ve bunların aşırı ilgi gördüğü de aşikar. Siz bu tür filmlerin varlığını sinemamız, sanatımız ve dolayısıyla insanımız açısından bir tehdit olarak görüyor musunuz?

 

Bu kadar ciddi bir tehdit olarak görmüyorum ama niteliksiz yerli film algısının seyircide oluşmaya başlaması iyi bir şey değil. Ortada bir pasta var, buradan payımızı alalım diyenlerin kaybedeceğini ve kaybettireceğini düşünüyorum. Zaten Türkiye’de şu an, “business mind” bakış açısıyla bu işe büyük paralar kazanmak için girenleri mutlu edecek bir pazar yok. Bu işe sadece tutkuyla bağlı olanlar, nitelikli işlere imza atmak isteyenler girmeli ve kalıcı olmak için uzun vadeli düşünmeli. Bu açıdan galiba kritik bir noktadayız. Prodüksiyon kalitesini yükseltmek, sanatsal yaratıcılığı her anlamda teşvik etmek gerekiyor. Aksi halde, seyirci yerli filmlerden kaçmaya başlayabilir.

 

 

 

 

Türkiye'de düzenlenen festivallerde de yeni bir yapılandırma söz konusu. Altın Portakal'ın uluslarası hale getirilmesi gibi... Sizce bu yapılandırmaların Türk Sinemasına ne gibi bir katkısı olur? Bu konuda size göre yapılması şart olan ama eksik olan noktalar nelerdir?

 

Festivallerde bir canlanma sözkonusu çünkü sponsorlar sinemaya ilgi duyuyor. Ama en önemli değişim süreci Antalya’da yaşanıyor. Meyvelerini toplamak belki kısa sürede mümkün olmayabilir ama Antalya’da iyi niyetli işler yapılıyor. Film Market bunlardan biri... Ben Türkiye’de festivaller sözkonusu olduğunda doğruların ve olumlu noktaların yanlışlardan ve olumsuz noktalardan daha ağır bastığını düşünüyorum. Özellikle son 10 yılda festivallerde ciddi bir gelişim ve değişim yaşanıyor.

 

 

 

Aynı zamanda edebiyatçı olduğunuz için bu konudaki düşünceleriniz önemli. Siz de takdir edersiniz ki romanlardan uyarlanan filmlerin yüzdesi pek de azımsanacak gibi değil. Bunu yaparak önemli başarılar elde edilebildiği gibi sonuç hüsran da olabiliyor. Bu iki sonuç arasındaki çizgide dengeyi kaybetmemek için sizce hangi noktalara dikkat edilmelidir?

 

Ben bu konuda hep aynı şeyi söylerim. Sinema, iyi edebiyatı sömürür... Romanın içinden işine yarayanları alır, gerisini de çöpe atar. Her şey o çöpe atmak zorunda olduğunuz kısma bağlı... Mesela Stephen King’de çöpe atmanız gereken çok fazla şey yoktur ama Dostoyevski’nin Suç Ve Ceza’sında çöpe atmak zorunda olduğunuz şey romanın gerçek edebi değeri, asıl tözüdür. Edebiyatın sinemaya verecek her zaman çok şeyi vardır ama sinemanın edebiyata vereceği çok fazla bir şey yoktur. Romancıya biraz şöhret ve para getirir, kitabın daha çok satılmasını sağlar, o kadar... Trendeki Yabancılar, kayda değer, iyi bir Hitchcock filmidir ama Highsmith’in romanını okursanız düpedüz kötü ve saygısız bir uyarlama olduğunu görürsünüz. Fransız  Teğmenin Kadını, vasatı zorlayan bir aşk filmidir. Oysa Fowles’un romanı bana kalırsa 20. yüzyılda yazılmış en iyi edebiyat eserlerinden biridir. Orson Welles’in Dava’sı gayet iyi bir filmdir ama adaptasyon açısından çok yüzeyseldir. Öte yandan Otostopçunun Galaksi Rehberi ise romana hiç saygısızlık etmeyen, en az roman kadar başarılı bir uyarlamadır. Uyarlama yaparken dikkat edilecek çok fazla bir şey yok gibi geliyor bana. Her şey yönetmenin niyetine ve romanın yapısına bağlı...

 

 

 

Eleştirmenlerle yönetmenler sinema tarihi boyunca istisnalar hariç pek geçinememişlerdir. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir? Genelleme yapmak doğru değil ancak film çekmek gerçekten zor bir iş ve ben bile bazı eleştirileri okurken çok ağır bir dille yazıldığından olsa gerek film ekibi adına üzülüyorum. Bu ekipten biri bu eleştirileri okuduğunda gücenmesini de doğal karşılıyorum. Sizce bu ortam olması gerektiği gibi mi ve siz kendinizi bu ortamda nerede görüyorsunuz?

 

Haklısınız. Eleştirmenlerle yönetmenlerin arası giderek açılıyor ve bunun kimseye pek bir faydası olduğunu düşünmüyorum. Bazı eleştirileri gereksiz derecede sert ve kırıcı buluyorum. Ama eleştirmenler için de zaman zaman çok ağır ve kırıcı şeyler söyleniyor. Ben kendimi asla filmleri ve onları yapanları yargılayan bir konumda görmedim. Kameranın ardındakiler ne yapmışlar, neyi hedeflemişler ve buna ne kadar ulaşmışlar, basitçe bunları anlamaya çalışıyorum. Filmin yapısına, yönetmenin anlatımına ve sinema tarihi içindeki yerine bakıyorum. Sonra da fikirlerimi insanlarla paylaşıyorum.

 

 

 

Favori Köşesi

 

Favori filmleriniz hangileridir?

Andrey Rublev, 2001: A Space Odyssey, Barton Fink, Blade Runner, Mulholland Drive, Blow Up, Kill Bill, L’Argent ve daha en az 150 tane film...

 

Favori yönetmenleriniz kimlerdir?

Hala film çekenlerle kendimi sınırlayarak... Scorsese, De Palma, Woody Allen, Jean Luc Godard, David Lynch, Alan Parker, Ridley Scott, Tarantino, Alain Corneau, Andre Techine, David Fincher, Coen kardeşler, Peter Greenaway ve daha bir sürü isim.

 

Favori oyuncularınız kimlerdir?

Jeff Bridges, Cate Blanchett, Kate Winslet, John Cleese, Naomi Watts, William H. Macy, John Turturro, Jack Nicholson, diyip duralım.

 

Favori yazarlarınız kimlerdir?

20. yüzyılı sınır tutarak, Borges, Kafka, Camus, Fowles, Eco, Haruki Murakami, Pamuk, LeGuin, Highsmith...

 

Keşke sinemaya uyarlansa dediğiniz bir edebiyat eseri var mı?

Genç yaşta hayatını kaybeden yazar arkadaşım Yücel Balku’nun hikayelerini perdede görmeyi gerçekten çok isterdim.

 

 

bottom of page